Ekonomi Notları - 15
Şerif Erol: Bugünlerde herhalde başka bir şey konuşmak mümkün değil; bir siyasi kriz, DSP’den birbiri üstüne gelen istifalar, ondan sonra; Türkiye’nin hükümeti nasıl bir görünüm arz edecek, bundan sonra yönetim nasıl bir görünüm arz edecek? Bir yeni oluşum olcak mı olmayacak mı derken, Cumhuriyet tarihinin ekonomik krizlerinden birinde, bu ekonomik kurtulma programı bir aksaklığa uğrayacak mı, uğramayacak mı? En çok bununla uğraşıyoruz. Derviş’in açıklamaları “Program her halükarda yürütülecek” yönünde ama, sizden de duymak istiyoruz, halihazırdaki görünüm nedir ve ne beklenebilir bundan sonra?
Hasan Ersel: Bu soruya yanıt verebilmek için kısaca ekonominin görünümüne bakmak istiyorum. Çok büyük sıkıntılar mı var, yoksa ekonomi fena değil mi? Hangisi? Onu bir anlayalım. İlk altı aya ilişkin bazı bilgiler var, bazıları henüz eksik ama bir şeyler söyleyebilecek durumdayız. Kabaca büyümeye bakalım. Büyüme beklenenden, hiç olmazsa benim beklediğimden, daha hızlı oldu. İlk altı ayın rakamların tamamı yok, ilk üç ay çıktı sadece, fakat sanayi üretimindeki hareketleri, bütçeyi, mali göstergeleri vs. biliyoruz. Bu durumda, GSYH cinsinden ölçüldüğünde, 2002 için %3.5 dolaylarında bir büyüme hızının tutturulabileceğini sanıyorum. (Bu hükümetin Gayri Safi Milli Hasıla cinsinden % 3 büyüme hedefi ile doğrudan karşılaştırılabilir bir rakam değil. Ama bu ayrım ele aldığımız konu bağlamında o kadar önemli değil.) Büyüme hedefinin tutturulabileceğini söyleyebiliriz.
Enflasyonda da yine Tüketici Fiyat Endeksinin (TÜFE) %35 artacağı biçiminde ifade edilen hedefin tutturulabileceği kanısındayım. Kamu dengesi, özellikle iç borçların sürdürülebilirliği gibi konularda da benzer bir durum var. Ödemeler dengesinde bir sorun yok.
Bir iki noktayı söyleyeyim; büyüme hızının %3.5 olması ilk yarıda % 5 dolaylarında büyüyen sanayinin, ikinci yarıda hız keserek % 2-2.5 dolaylarında büyümesi demek. Ama yine de büyüme öngörüyorum. Ama niçin hızlı büyüme olamayacağı üzerinde biraz durmam gerekiyor. İç toplam talep (tüketim ve yatırım) çok hızla artmıyor, dolayısıyla sanayi ürünlerine olan talep de hızlı artmayacak. İlk çeyrekte görülen hızlı üretim artışı stok birikiminden olmuşa benziyor. Bu da devam etmeyecek. Bu nedenlerle ben ikinci yarıda sanayideki büyümenin biraz hızının düşeceğini düşüyorum, ama pozitif olmaya devam ederek.
Enflasyon düşüyor ama onun düşme hızı azalacak, % 35’e gelecek. Sanıyorum yaz aylarında fiyat artışları sakin kalsa bile sonbaharda, biraz hareketlenme olacak. Tüketici fiyatları biraz hızlı artabilir. Ama telaşlanacak bir şey yok, bunların bir kısmı mevsimlik etkiler. %35’lik hedef konulurken bunlar hesaba katılmış gibi görünüyor.
Kriz siyasal
Bir başka sorunumuz daha var. Banka sistemi, halen, ekonominin büyümesi için gerekli krediyi sunabilecek güçte değil. Bu benim üretimin fazla artmayacağına ilişkin öngörü yaparken önem verdiğim bir olgu.
Bütün bu söylediklerimi bozabilecek kadar etkili olabilecek bir olgu var. O da siyasal kriz. Herşeyden önce yukarıda çizdiğim iktisadi tablo, doyurucu olmasa bile karşılaştığımız siyasal krizi doğurabilecek nitelikte değil. “İktisadi durumu çok kötüye gitti, ondan dolayı siyasal kriz çıktı” denecek bir durum yok. Yılın ilk 6 ayına baktığımızda, çok kötü geçen bir yıldan sonra toparlanmaya başlamış, hiç olmazsa bu yönde ümit veren bir ekonomi görünümü sergileniyordu. Dolayısı ile, bence, bu siyasal krizi ekonomiye bağlamak çok sağlıklı olmayacak. Onun altını çizmek istiyorum.
Öte yandan, siyasal krizi “bazı insanlar kızdı, ondan böyle oldu” diyerek küçümsememek de lazım, olay bu kadar da basit değil. Ciddi görüş farklılıkları ortalığı kaplamış durumda. Koalisyonun içindeki partiler arasında bile temel konularda ciddi anlaşmazlıkların olduğunu artık daha iyi görüyoruz. Benim bu sorunu tüm boyutlarıyla inceleyebilecek bilgim yok ama, siyasal-iktisat boyutu üzerinde düşünmeye çalıştım. Bu konuda bir iki şey söylemek istiyorum.
Bana öyle geliyor ki, içinde bulunduğumuz ekonomik-siyasal sistem, kendini yeniden üretme sürecinde sıkıntıya girdi. “Devletin rolü ne olmalıdır? Piyasalar nasıl işlemelidir? Bu sistem ve mevcut siyasal yapı devam edebilir mi?” gibi konularda ciddi bir görüş ayrılıkları var.
Ve gündemin temel konusu da bunlar… Sadece iktisadi göstergelere baktığımızda yakalayamadığımız konular bunlar…
Devletin iktisadi süreç içindeki rolü yeniden tanımlanıyor
Bir iki noktayı örnek olarak seçtim, onları anımsatmak istiyorum; Avrupa Birliği’ne giriş bağlamında “AB’nin hükümranlık hakkı açısından anlamı nedir?” konusu MHP tarafından tartışmaya açıldı. Demek ki hükümranlık hakkı ya da devletin rolü konusunda bir kaygı var. İkinci örneğim, özerk idari kurumların işlevi konusu… Bu kurumların oluşturulmasının “idarenin birliği bağlamında ne anlama geldiği” tartışmaya açıldı. Hatta Sayın Ecevit, bu kurumları etkileyememekten şikayet etti. Üçüncü örnek ise reform programı çerçevesinde yönetimin yeniden yapılandırılmasına ilişkin belirtilen kaygılardır. Bu kaygıları MHP açıkça belirtti, diğer partiler de –eğer yanlış görmediysem- örtük olarak benzer tutum içine girdiler…
Bu üç örnek detaylandırılabilir, ama bu kadarı bile devletin iktisadi süreç içindeki rolünü yeniden tanımlamak ve buna göre kamu kesiminde reform yaparak özel kesimin çalışma biçimini değiştirmeyi hedefleyen reform programının temel yaklaşımına siyasal düzlemde karşı çıkıldığını gösteriyor.
Kuşkusuz herkes reform programının yanında olmak zorunda değildir. Böyle bir programa karşı çıkılamaz da demek istemiyorum. Ama böyle bir programı uygulamak iddiasıyla iktidarda olan hükümetin bu konuda iç uyumu olmadığı da açık…
Bunun ise birilerinin (ya da herkesin) sistemin sürebilmesi [kendisini yeniden üretebilmesi] için gerekli dinamikten yoksun olduğunu gösteriyor. Bu önemli bir nokta… Çünkü bu çözülmediği takdirde bu iş yürümez. Bu nasıl çözülür? MHP liderinin önerisi halkın hakemliğine başvurmak, yani seçim yapılması. Bu noktanın üzerinde durmak istiyorum. Çünkü Türk siyasal yaşamına yeni bir boyut getirebilir böyle bir seçim…
Şimdiye kadar Türkiye’de siyasal partiler, temelde, oylarını en çok toplayacak noktaya yanaşacak biçimde davranırlardı. “Şunu yapacağım, bunu yapacağım” gibi genel laflar dışında bir şey söylemezlerdi, yani somut politika önlemleri üzerinde pek üzerinde durmazlardı. Programlarında bu önlemler laf olsun diye yer alırdı… Siyasal yelpazede partilerin belli konumları vardı. Böyle genel konuşarak o konuma yakın kişilerin oylarını alabilmek içim kendilerine bir esneklik alanı yaratıyorlardı. Dolayısıyla bu mekanizma içinde oy verenlerin siyasal partilerin ne yapacaklarıyla ilgili olmalarına karşın siyasal partiler o denli ilgili değillerdi. Çünkü siyasal partiler “hele bir iktidarı ele geçirelim sonra gereken ne ise onu yaparız” mantığı ile hareket ediyorlardı.
Önerilen seçim, seçim ise böyle olamayacak. Çünkü bu seçimde bir konu üzerinde oylama var; referandum gibi bir seçim…
Alışılageldiğimiz seçimlere benzemeyecek
ŞE: Evet, partiler üzerinde değil de, konu üzerinde bir oylama var.
HE: MHP diyor ki, -ya da ben öyle yorumluyorum- “Ülkenin açılması, küreselleşen dünya ile eklemleşmenin olası zararları vardır. Bundan çekinmek gerekir. MHP bu süreçten zarar görebilecek olanların sesidir.” Yani, “bu iş tamamen kötüdür” demiyor, ama “bu işte çok ciddi zararlar da olabilir” diyor. ”Ondan zarar görebileceklerin sesiyim” derken de bu defa “bir çıkar grubunun (bu deyimi kötü bir anlam yükleyerek kullanmıyorum) sesiyim” demiş oluyor. Artık konumunun dolaylarındaki seçmenin oyunu aramayacak, ya da arayamayacak… Temsil ettiği çıkar grubuna sarılacak… Demek ki, diğer partiler de başka çıkar gruplarının sesi olacaklar, o zaman da seçim bir konu üzerinde olacak. Alışılageldiğimiz seçimlere benzemeyecek derken bunu kastediyorum…
Bütün bunların iktisadi olarak anlamı ne? MHP alışageldiğimiz koruyucu devletin sürdürülmesinden yana olan görüşü temsil ediliyor. Bunun karşısında da reformlardan yana olanların, yani devletin görevlerinin ve sorumluluklarının yeniden tanımlanması gerektiğini savunanların görüşü var. (Aslında tam reformcu kimseyi göremedim ortalıkta ama, diyelim ki var.) Dolayısıyla önümüzdeki seçim, devletin Türk toplumsal ve iktisadi yaşamındaki rolü konusunda bir referandum…
Bu bütün içinde beni rahatsız bir nokta var, bu da erken seçimin tarihi meselesi. Erken seçim yapılması, seçim tarihinin öne alınmasının bir önemli etkisi var. O da yeni politik oluşumların rekabetinden, mevcut politikacıları ve partileri koruyor olması. Bu bana, hoş gelmiyor açıkçası. Burada kastettiklerim arasında Ak Parti liderinin durumu gibi konular da var. Erken seçimden yana olmayışımın temel nedeni buydu. Seçim zamanında yapılsa yeni görüşler, tutumlar daha berraklaşır, siyasal düzlemde ağırlık kazanabilirdi. Bence daha iyi olurdu…
ŞE: Şunu da söylemek mümkün o zaman; bu seçimler bir seçimden ziyade, evet koruyucu devletin gerekliliği ya da nasıl kullanılacağı konusunda bir referandum gibi düşünülecekse eğer, “Ekonomik program uygulanabilecek mi, uygulanamayacak mı?” sorusundan ziyade herhalde buna bakmak ve bu tercih çerçevesinde programın nasıl gideceğini düşünmek olacak, öyle değil mi?
HE: Evet, öyle gözüküyor.
(11 Temmuz 2002’de Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)